Popular Science


Geçenlerde markette dergileri karıştırırken "Popular Science" dergisine denk geldim. Kesin yabancı dilde yazılmıştır fiyatı da çok fazladır diye bırakacaktım ki bir de ne göreyim "Popular Science Türkiye" yazıyor. Çok güzel bir tesadüf oldu benim için. Malum Türkiye'de bilim adına sayılı dergi var ve bunlar bir elin parmaklarını geçmez herhalde. Çok fazla talep olmadığından sanırım fiyatları pahalı bir de içerik açısından çok iyi sayılmazlar. Genel hatlarıyla bir kaç konuya değinilir ve fazla teknik bilgi içermezler.

 Bilim ve Teknik dergisini eskiden severek okurdum ama son bir kaç yıldır fazla zevk vermiyordu, almayı bırakmıştım ki NTV Bilim dergisi çıktı. Hah dedim bari bunu alayım ama onda da pek aradığımı bulduğum söylenemez. Çok fazla reklam vardı ayrıca konularda da matah bir şey bulamadım. Zaten artık onu da yayımlamıyorlar. Herhalde maddi imkansızlıklardan olsa gerek. Velhasıl Popular Science dergisinin zamanlamasını çok iyi denk getirdiler. Tesadüf müdür değil midir orasını bilemeyeceğim :)


Popular Science dergisini daha başlığını bile okumadan büyük bir sevinçle aldım.Eve gidip hemen karıştırdım sayfalarını. Benim aldığım 2. sayısıymış. Keşke ilk sayısında denk gelseydim ama neyse pek fazla şey kaçırdığım söylenemez.

 Derginin içeriğine gelecek olursak gayet güzel olduğunu söyleyebilirim. Mesela Augmented Reality uygulamasıyla derginin bazı sayfalarında video seyretmeniz mümkün. Sayfaların bazılarında "video seyret" simgesi var ve bu simgenin olduğu her sayfada video seyredebiliyorsunuz. Bence çok akıllıca düşünülmüş.


 Diğer dergilere bakarak uzun uzun makaleler sıkıcı bir biçimde anlatılmamış. Şu an için bilim dergileri arasında en cazip olanı "Popular Science" diyebilirim. Hem fiyat olarak (3,5 tl) hem de içerik olarak ... Umarım sonu diğer dergilere benzemez de daha da gelişerek güzel işler yaparlar. 140 yıllık bir geçmişi var neticede :) Ne diyelim hayırlı uğurlu olsun. Bilim severlere şiddetle tavsiye ederim







Pembe Göl


Senegal'de bulunan çilekli süt görünümündeki bu ilginç gölün ismi "Retba Gölü". Gölün pembe renkte olmasının nedeni ise sudaki tuz oranının fazla olması ve  içerisinde yaşayan bakterilerin güneş enerjisi kullanarak kırmızı pigment üretmesi.

Gölün pembe rengi almasında gölün kirliliği rol oynamıyor. Sadece tuz oranının biraz fazla oluşu bu durumu etkiliyor.


Hatta gölün bazı yerlerinde tuz oranı yüzde 40'lara kadar ulaşıyor. Zaten burada yaşayan halkta geçimini buradan sağlıyor. İsrail'deki Lut Gölü'nde olduğu gibi bu göl de mineral bakımından zengin. Geçim kaynaklarının yanı sıra bu göle şifa aramak için gelenler de var.





Üşengeçler İçin Yatak



Yatak toplamak bir çok insan için çocukluktan beri isteksizce tekrarlanması gereken bir eylemdir. Ohea firmasının ürettiği bu yatak bu soruna bir çözüm buluyor. Tek bir tuşla istediğiniz şekilde düzgün bir yatak elde ediyorsunuz.

Otobüsten İnsan Manzaraları


      Üniversite'ye başlayana kadar hiç otobüs yolculuğu yapmadım sanırım. Fakat üniversite hayatım boyunca sürekli ev-okul arası pek çok yolculuk yaptım ve bir çok insan modeli ile karşılaştım bu yolculuklarda. Otobüsteki insanları seyrederek tamamladım bu yolculukları çoğu zaman. Bu izlenimleri de paylaşmak istedim.

      Önce yanıma oturan insan modellerinden bahsedeyim. Genellikle yanıma benim yaşlarımda genç insanlar oturduğu zaman fazla bir sorun teşkil etmiyor. Bunlar kendi hallerinde yolculuk yapıyorlar. Muavinlere bir çay alayım,kek alayım... gibi cümleler dışında fazla sesleri çıkmadan ya önündeki televizyonu izler ya da uyurlar. Ama yanıma bir de yaşlı bir teyze falan oturduğu zaman başlıyorum lanetler okumaya. Bu teyze tipleri genellikle sizinle konuşmak için can atarlar hiç bir zaman konuşmasından sıkılabileceğinizi akıllarına getirmeden sanki onu dinlemek zorundaymışsınız gibi bir tavır takınırlar.Ve her zaman çok başarılı bir torunları ya da bir kızı/oğlu olur bunların ve yolculuk boyunca bunları överler. Mesela şöyle;

- Sen ne okuyorsun evladım.
-Ben şunu şunu okuyorum teyzecim.
-Hmm benim de bir torunum var bilmem ne bilmem ne mühendisliği okudu. Bölümünü birincilikle bitirdi. Şimdi bilmem ne bilmem ne de müdür oldu.

(...)

      Bu konuşma böyle sürer gider. Önce torunundan başlar sonra çocuklarına geçer falan filan... Sonra yemek faslı başlar. Bu teyzeler genellikle yanlarında yolluk taşırlar. Eğer sabah yolculuk yapıyorsanız yanlarında getirdikleri ekmek, peynir, poğaça vs. bir çok yiyecek bulunur. (Hatta bir seferinde portakal soyup yiyen birine bile denk gelmişliğim var.) Tamam taşısınlar bundan sanane diyebilirsiniz ama bu yiyecekleri zorla size de yedirme görevi üstlenirler kendi kendilerine.Şöyle ki;

-Evladım ben yanımda yolluk yiyecek bir şeyler getirdim.(Haşur huşur elindeki poşedi açar.) Al bakalım sen de ye bak gelmeden önce yapmış gelinim. Sıcak sıcak ye şu poğaçayı. Kahvaltı etmemişsindir şimdi sen.
-Yok teyzecim ben daha yeni yedim gelmeden önce size afiyet olsun.
-Aaa olur mu öyle evladım olsun sen al bunu al al.

      Hiç bir şey anlamadan elinizde o poğaça elinizde kala kalırsınız. Zorla size ikram edilen o poğaçayı almak zorundasınızdır istemeye istemeye. Ama bitmez o poğaça sanki bir tepsiyi size zorla yediriyormuş gibi gelir. Neyse yemek faslı biter ve belli ihtiyaçlarını gidermesi gerekir teyzemizin. Durmadan muavine ne zaman mola verileceğini sorar ve beklediği an gelir, mola verilir. Hemen aşağıya iner ve bütün mola süresini değerlendirir. Elinde bir poşetle otobüsüne geri döner. Muhtemelen gideceği yere götürecek bir hediye ya da kendisi için yiyecek bir şeyler almıştır. Yolculuğun bundan sonrası da aynı monotonlukta ve sıkıcılıkta sürer gider.

      Bu teyzelerin amca versiyonları da hemen hemen aynıdır. Onları da uzaktan izlediğim kadar şöyle aktarayım. Yaşlı amcalar muzur bir çocuk gibi her şeyi kurcalarlar. Önünde duran televizyonun bütün düğmelerine basarlar önce sonra başaramayacağını anlayıp pes ederler ve muavine seslenirler. Oğlum bir bakar mısın bundan ses gelmiyor. Muavin gelir olayı halleder ve gider. Bu amcalar da yanlarında yolluk taşımadıklarından olsa gerek sürekli ihtiyaçlarını muavin tarafından tedarik ederler ve yanlarındaki çocuklara aynı teyzeler gibi eziyete başlarlar. Her zaman çok görmüş geçirmiş bir insan edasıyla nasihatler verirler yanındaki çocuğa.

     Ha bir de dikkatimi çeken şeylerden biri de şu; bu amcaların/teyzelerin cep telefonlarının sesleri her zaman açıktır ve bu da yetmezmiş gibi bangır bangır bağırır telefonları. Çok absürt zil sesleri olur kimisinin. Mesela 60 yaşındaki bir amcanın zil sesi apaçi müziği olabilir. Şaşırmamak lazım çünkü son yaptığım yolculukta bu tip amcalardan biri televizyon da "bez bebek" isimli bir dizi izliyordu bazıları da kadın programları falan izlyor. Ben otobüste insanların izledikleri televizyon programlarını gördükten sonra bazı dizilerin ya da programların neden yayından kaldırılmadığını anladım gerçekten.


     Yanınıza oturan insan modelleri bu şekilde olup bir de önünüzde oturan insan modelleri vardır ki bunlar da yanınızdaki kadar önem teşkil edebilir bazen. Mesela koltuğunu burnunuzun dibine kadar sokar bazıları. Yapılan uyarıları hiç bir zaman dikkate almadan kendi kendilerine saçmalarlar önünüzde adeta. Elinizde kahve vardır fakat koyabileceğiniz bir yer bulamazsınız çünkü önünüzde oturan insan koltuğunu sizin kucağınıza yerleştirmiştir adeta. Yolculuk boyunca "koltuğunuzu biraz kaldırır mısınız?" diye diye bir hâl olursunuz ama bu insanlar genellikle hep umursamaz tipler olduğundan inatla iki dakikada bir arkasına bakarak koltuğunun ayarıyla oynar.

      Bazen de otobüse çocuklu kadınlar biner ve o çocuğun çenesi hiç bir zaman durmaz. Eğer bebekse durmadan ağlar. Eğer daha büyük bir çocuksa da dertleri hiç bitmez ve durmadan bağırırlar. Bu anneler de her zaman etrafındaki insanların kötü bakışlarına maruz kalırlar. Fakat bunlar da umursamaz tiplerdir genellikle. Kendilerini evinde gibi rahat hissederler. Mesela çocuk takılı plâk gibi aynı şeyi tekrarlar ama kadının umurunda değildir bu durum."Çocuğum biraz sessiz ol." uyarısında bile bulunmazlar. Bu annelerin çocuklarına Pepee izlettiklerini düşünüyorum ben ayrıca çünkü geçe gün denk geldiğim çocuk iki dakika boyunca soluksuz "azzz çoook azzz çookk...." diyordu. Ben o çocuğun annesi olsam çocuğumun geri zekalı olduğunu falan düşünürdün ama dediğim gibi bu tür anneler umursamaz olduklarından çocuğun akıbetini de pek düşündükleri söylenemez. Hiç düzgün bir anneyle ya da çocukla karşılaşmadım mı peki ? Karşılaştım tabi ama bu durum çok nadir. Mesela kış aylarında yolculuk yaptığım bir zamandı ve yollar karlı olduğundan bir çok araba devrilmişti bu da yolculuğumuzun bir iki saat uzamasına sebep olmuştu. Tabi doğal olarak çocuklar bu durumdan sıkılırlar. Önümde oturan bir anne ve çocuğun şöyle bir diyaloğuna şahit olmuştum.

-Anne ben çok sıkıldım ne zaman geleceğiz?
-Tamam çocuğum az kaldı bak öndeki arabalar kaza yapmış o yüzden ilerleyemiyoruz.
-Anne bence biz de birazdan kaza yapacağız. Ben çok sıkıldım zaten.
-Oğlum öyle şeyler söyleme Allah korusun. Gideriz birazdan.
-O zaman ben dışarı çıkıp biraz kartopu oynayayım araba gidene kadar.
-Olmaz oğlum bak kapılar da kapalı zaten kimse dışarı çıkmıyor birazdan gidiyoruz.
-Neden gitmiyor o zaman bu araba ben sıkıldım aşağıya inip arabanın tekerleklerine bakacağım dönüyor mu diye.

     Gerisinde ne oldu pek hatırlamıyorum ama bu çocuk beni bir hayli güldürmüştü. Ha bu çocuk ne kadar normal o tartışılır ama en azından sessiz sakin uslu ve beni güldüren bir çocuktu.
      Hiç otobüs yolculuğu yapmadıysanız eğer gerçekten tavsiye ederim.

Sadakat Emsali Köpekler

   
      Köpekler gerçekten insan için şu dünyadaki en iyi dosttur. Her zaman size sadıktır. Size olan sevgisi hiç bir zaman bitmez.

     Küçüklükten beri bu hayvanlara karşı özel bir ilgi ve sevgi duyarım. Bu sevgi bir köpeğe sahip olmadan anlaşılacak bir şey değil bana kalırsa. Ben de köpek sahibi olmadan önce onları çok sevdiğimi düşünürdüm ama bir de birlikte yaşamaya başlayınca her şey daha farklı bir boyut kazandı. Mesela köpeğiniz öldüğünde hüngür hüngür ağlamanız bazı insanlara çok garip gelse de sizi bir insanın ölümünden daha çok üzer belki de. Onun bir yeri yaralandığında keşke bana bir şey olsaydı da onun kılına zarar gelmeseydi diye üzülürsünüz. Çünkü o hayvan size insanların veremediği sevginin, sadakatin 10 mislini verebilir.

     Bazı insanlar korkar bu hayvanlardan nedense. Oysa bilmezler ki nasıl zararsız olduklarını, insanlara sevgiyle yaklaştıklarını... Muhtemelen bu insanlar küçükken bir köpek tarafından kovalanmış ya da ebeveynleri tarafından korkutulmuşlardır. Bu yüzden önyargılı yaklaşırlar köpeklere. Ama muhtemelen o köpek onunla oyun oynamak istemiş ama o kişi bunu anlayamamıştır.

     Yıllar boyu kedi köpek düşmanlığından bahsedilmiştir ya bence bu da külliyen yalan. Mesela benim köpeğim değil kediyle dalaşa girmek etrafındaki bütün hayvanlara karşı dosttur. Yemeğini bile paylaşır. Bu yüzden ona her baktığımda insanlığımdan utanırım.  İnsanlığın şu köpeklerin yarısı kadar bile değeri olmadığını düşünürüm.


   Japonya da bu güzel hayvan için bir heykel bile dikilmiştir ve hikâyesi de şöyledir;

        1924 yılında Tokyo'da bir Japon profesör kendine küçük bir yavru köpek edinir. Köpeğin ismini de Hachiko koyar. Beraberliklerinin sadece bir yıl süreceğini bilmeden yaşarlar. Hatta tarihe geçecek, filmlere, kitaplara konu olacak bir hikâyedir onlarınki.

          Bu köpek her sabah üniversiteye giden sahibine eşlik eder. Metronun dış kapısına kadar sahibiyle beraber gelir onu uğurlar ve tekrar evine döner. Çok geçmeden profesör dönüşte de metro kapısında köpeğinin beklediğini görür. Bu akıllı köpek sahibinin dönüş saatini hesaplamış ve aynı yolu takip edeceğini düşünmüş olmalı ki bu olayı her gün tekrar etmeye başlar. Bu olay bir yıl boyunca hiç aksamadan süre gider.
 
       Fakat bir akşam metrodan inmez profesör. İkinci akşam, üçüncü akşam... yok, yok ... Çünkü profesör okulda kalp krizi geçirip ölmüştür. Ama Hachiko her akşam sahibim metrodan inecek diye inatla bekler ve bu bekleyişi her gün aynı saatte tam 10 sene boyunca devam eder.

     12 yaşında da ölür Hachiko öldüğü yer ise metro istasyonudur.

     İşte Japonlar bu olaydan sonra Hachiko'nun bir heykelini dikerler istasyona.Bu gün o istasyonun kapısı Hachiko çıkışı olarak bilinir. Aynı zamanda Tokyo'nun önemli bir buluşma merkezidir. İnsanlar sadakatini göstermek ve buluşacağı kişiyi bekleyeceğini anlatmak için bu buluşma yerini seçerler.


         Bu hikayedeki köpek gibi hiç bir insan evladı sizi beklemez. Ne bir anne-baba ne bir sevgili ne de bir dost... İşte köpeğin gerçek dost oluşu da bu yüzdendir.


       Bir de köpeğin dilinden sahibine yazılmış bir mektup var. Bu mektup da beni çok etkilemişti. Yazıyı da bu mektupla tamamlamak istedim. Gerçekten köpekleri seviyorsanız bu mektubu okuduktan sonra ağlamanız olası :)

   Nasıl Yaparsın ?

Üzerinden seneler geçti. Şimdi hatırlıyorum da ben yavruyken şirinliklerime katıla katıla güler, beni yavrum diye çağırırdın. Birkaç dişlenen ayakkabı ve katledilen birkaç yastık dışında kısa zamanada senin en vazgeçilmez dostun oldum. Ne zaman bir muzurluk yapsam bana parmağını sallar ve "nasıl yaparsın" diye çıkışırdın. Ama hemen arkasından kızgınlığın geçerdi beni yere yatırır, ters çevirir ve göbeğimi okşardın.

Çok meşguldün o aralar. Dolayısıyla tuvalet eğitimim tahminimizden uzun sürdü. Ama ikimiz el ele verip üstesinden geldik. Yatağında sana sokulup da koynunda geçirdiğim geceleri unutamam. Sen farkında değildin belki ama ben senin rüyalarını ve saklı hayallerini gizlice dinler ve bundan daha mutlu olunamayacağına kanaat getirirdim. Beraber uzun yürüyüşlere çıkar, parklarda koşuşturur, dondurma yerdik. Hatırlıyor musun? Bana dondurma dokunur diye sadece külahını verirdin. Evde senin dönüşünü beklerken sırtımı ılık güneşe verir ve huzurlu, derin bir uyku çekerdim.

Zamanla işinde daha fazla vakit geçirmeye başladın ve boş zamanlarında da kendine bir eş aramaya koyuldun. Ben seni her zamanki gibi sabırla bekledim, sana hayal kırıklıkları ve acılarında teselli oldum, yanlış kararlarını hiçbir zaman kınamadım, her defasında seni büyük bir sevinçle karşıladım. Ve sonunda sen birine aşık oldun.

Evlendin. Ne var ki eşin köpeklerden pek hazzeden biri çıkmadı. Yine de ben onu evimizde sevinçle karşıladım, ona sevgi gösterdim ve dediğinden dışarı çıkmadım. Mutluydum, çünkü sen mutluydun. Sonra bebekler geldi aramıza ve yeni yavrularınızın heyecanını sizlerle paylaştım. Onların pespembe, yumuşacık tenleri mis gibi bebek beni heyecanlandırıp, hayran bırakıyordu. Ve ben de onlara annelik etmek istiyordum. Ama her nedense hem eşin hem de sen, benim onlara zarar vereceğime kanaat getirdiniz. Beni ayrı bir odaya veya kulübeme kapattınız hep. Halbuki kendim sevgiden mahrum kaldıkça onlara olan sevgim daha da arttı bilemediniz hiç.

Çocuklar büyüdükçe onların en yakın dostu oldum. Tüylerime tutunup tombul bacaklarının üzerinde ilk adımlarını attılar. Gözlerime minicik parmaklarını soktular, kulaklarımın içini karıştırdılar ve burnuma öpücükler kondurdular. Onlara, kısacası onlarla ilgili her şeye tapardım bilhassa temaslarına  çünkü senin temasına hasret kalır olmuştum. Gerektiğinde onları hayatım pahasına da olsa korumaya hazırdım. Artık onların yataklarına girip onlarla sarmaş dolaş olup onların gizli hayal ve üzüntülerini dinler, onlarla beraber senin akşam gelişini beklerdim.

Köpeğin var mı? sorusuna cüzdanından resmimi çıkarıp hakkımda şirin hikayeler anlattığın zamanlar artık geride kaldı. Son senelerde bir kuru evetle karşılık verip konuyu değiştirir oldun. Senin köpeğin olmaktan çıkıp itin biri oldum ve bana yaptığın her türlü masraf sana batmaya başladı.

Sonunda başka bir şehre tayinin çıktı. Yeni apartmanınızda sana ve onlara yer vardı ama bana yoktu. Haliyle ailen için en doğru kararı verdin belki. Ama unutma ki bir zamanlar tek ailen bendim.

Son araba gezintimize çıktığımızda heyecanlıydım. Ta ki barınağa varana kadar... Barınak köpek, kedi, korku ve umutsuzluk kokuyordu. Gereken evrakları doldurduğunu ve "ona çok iyi bir ev bulacağınıza eminim" dediğini hatırlıyorum. Onlar da omuz silkip sana karamsar bir bakış attılar. Orta yaşlı, terkedilen bir köpek veya kedinin akıbetinin farkındaydılar çünkü.

Oğlunun tasmama yapışıp kalan elini zorla açmak zorunda kaldın. "Baba n'olur köpeğimi elimden almalarına izin verme" diye çığlık çığlığa haykırmasını sen umursamadın belki ama ben onun adına hem üzüldüm hem de çok endişelendim. Endişem ona şu ana kadar arkadaşlık, sadakat, sevgi ve sorumluluk ve bilhassa bir cana duyulan saygı konusunda vermiş olduğun hayat dersinde yatıyordu. Başıma son bir kere dokunup bana veda ettin, özellikle göz göze gelmemeye özen gösterdin ve sana uzatılan tasma ve kayışımı kibarca geri çevirdin. Gitmen gereken yerler, yetişmen gereken işler vardı ve zaman aleyhine çalışıyordu. Nasıl ki şimdi de benim aleyhime çalıştığı gibi.

Sen ayrıldıktan sonra barınaktaki iki tatlı kadın taşınacağını aylar öncesinden bildiğini ve ban uygun bir yuva bulmak için en ufak bir çaba sarf etmediğinden yakındılar. Sadece üzüntü içinde başlarını sallayıp "nasıl yaparsın" diye sordular arkandan.

Barınakta zaman zaman bizimle ilgileniyorlar. Bizi besliyorlar tabii ki... Ama bende iştah falan kalmadı. Önceleri ne zaman kafesime biri yaklaşsa sensindir diye kafesin önüne koşardım. Belki kararını değiştirmişsindir diye... Belki de bunların hepsi kötü bir rüyadan ibaretti ya da belki bana acıyan biri bana acıyıp beni kurtarmaya gelmişti. Ama zamanla anladım ki minik ama akıbetlerinden habersiz şirin yavru köpeklerle yarışmam söz konusu bile değil. İşte o zaman kaderime razı olup köşeme çekildim ve ne olacaksa olsun diye bekledim.

Önce ayak seslerini duydum onun. El ayak çekildikten sonra beni kafesimden çıkardı ve onu uslu uslu koridorun sonundaki odaya kadar takip ettim. Sessiz sakin bir odaydı burası. Beni yavaşça kaldırdı ve masanın üzerine koydu. Başımı okşadı, kulaklarımın arkasını kaşıdı ve tasalanmamı söyledi. Kalbim olacaklar karşısında heyecanla çarpıyordu ama aynı zamanda içimi sonsuz bir huzur kapladı. Sevgi tutsağının sayılı günleri dolmuştu demek ki. Karakterim icabı kendimden çok onun için üzülüyordum. Üzerindeki yük çok ağırdı ve onu eziyordu ve ben beraberliğimiz boyunca senin her ruh halini anladığım gibi onun da içinde bulunduğu durumun çok iyi farkındaydım.

Eli çok hafifti ve gözünden akan yaşları görmesem ön patime bağladığı turnikeyi neredeyse farketmeyecektim bile. Seneler önce seni de teselli ettiğim günlerdeki gibi hafifçe elini yaladım. İğnenin ucunu usulca damarlarımdan içeri kaydırdı. Önce hafif bir sızı arkasından damarlarımda dolaşmaya başlayan buz gibi sıvıyı hissettim. Kafam, gözlerim ağırlaştı ve onun merhamet dolu gözlerine bakarak son olarak "nasıl yaparsın" diye fısıldadım.

Belki de benim dilimden iyi anladığı için "ne kadar üzgünüm bilemezsin" dedi. Bana sarıldı ve alelacele işinin beni çok daha huzurlu ve güzel bir yere göndermek olduğunu anlatmaya başladı. Öyle bir yer ki bir daha ne ihmal edilecek ne acı çekecek ne de kendimi korumak zorunda kalacaktım. Öyle bir yer ki sevgi ve ışık içinde... Bu sefil dünyadan çok daha farklı güzellikte bir boyut.

Son kalan nefesimle kuyruğumu son bir kez sallayarak ona "nasıl yaparsın" dan onu kastetmediğimi anlatmaya çalıştım kastettiğim sendin. Canımdan çok sevdiğim sahibim. Seni her zaman anacağım ve sonsuza dek bekleyeceğim bunu bil.

Son dileğim ise haytındaki herkesin sana benim gösterdiğim sadakati göstermesidir.







HAARP ve Nikola Tesla

HAARP (High Frequency Active Auroal Research Program) yani yüksek frekanslı etkin güneşsel araştırma programı. Haarp ilk kez ünlü bilim adamı "Nikola Tesla" tarafından ortaya atılmış bir proje.

Ama önce size Nikola Tesla'dan biraz bahsedeyim. Kimdir bu adam ?

Tesla 6 tane dil bilen, 800 tane patentli icadı olan, muhteşem bir hafızaya sahip dehaydı. Yaptıklarından birkaç tanesini sıralayalım. Mesela sanılanın aksine radyoyu Guglielmo Marconi değil Tesla bulmuştur. Edison'dan daha az tanınmış olması çok şaşırtıcıdır. Çünkü Edison Tesla'nın muhteşem fikirlerini çalmıştır desem yanılmış sayılmam. Alternatif akım, flüoresan, X-ışınları, uzaktan kumanda, kablosuz iletişim... vs. gibi bir çok icatta da Tesla'nın ismi geçer. Bunların yanı sıra çok çılgın fikirleri de vardır. Hatta bazıları bu gün bile anlaşılamamıştır. İşte o fikirlerden birkaçı;

Savaşlara son verecek süper savunma kalkanı, elektriğin kablosuz iletimi ( iyonosfer tabakasını kullanarak tüm dünyayı aydınlatmayı amaçlıyordu ve bu da demek oluyor ki bütün dünya için bedava elektrik ), meteorolojik koşulların kontrolü, insan bedeninin enerjisiyle çalışabilen araçlar ve deprem makinaları gibi bir çok fikir. Şu hikayeyi belki duymuşsunuzdur ama ben yine de aktarayım.

"1910'ların başında bir gün cebinde ufak bir cihaz olan orta yaşlı bir adam New York'um Wall Street'inde tamamlanmamış bir inşaata girdi. Cihazını çelik kirişlerden birine bağladı. Bir süre bir takım ayarlar yaptı. Cihaz çalıştıktan sonra çelik yapı gıcırdamaya ve sallanmaya başladı. Sallanma öyle bir hal almıştı ki inşaat işçileri panik içinde en alt kata koşturdular. Az sonra polis de gelince adam cihazı cebine koydu ve binadan ayrıldı. Görgü tanıkları sallantının 10 dakika daha sürmüş olması halinde binanın yıkılacağını söylemişlerdir."
     Ve aynı adamın 15 yıl önce yanlışlıkla New York'taki birçok bloğu içine alan bir mahalleyi de salladığı rivayet edilir. Hatta o zaman polisin laboratuvarına baskın yaptığında bir nevi osilatör olarak adlandırabilecek cihazın bu kişi tarafından balyozla kırıldığı ve polise teslim edilmediği iddia edilir."

İşte hikayede geçen bu adam da anlaşılacağı üzere Nikola Tesla'dır.

Tesla I. Dünya Savaşı sırasında Alman denizaltılarının yerini saptamak için radar dalgalarını bulmuştur fakat o zamanlarda Amerikan Deniz Kuvvetleri'ne bu öneri saçma geldiği için radar cihazı 25 sene gecikmeli olarak bulunmuş oldu.

1930'larda 200 km ötedeki bir uçağı düşürebilecek elektromanyetik şua gönderen bir top icat ettiği söylenir ama bununla ilgili herhangi bir belge yok Fakat 1943'te Tesla ölünce evini basan FBI'ın Tesla'nın bütün evraklarına el koymuştur. Bugüne kadar bu belgelerin hangi aşamada değerlendirildiği nasıl kullanıldığı birer muamma. ABD'de "çok gizli döküman" adı altında saklanan bu belgelerin çok az bir kısmı ailesine teslim edilmiştir. Bu da muammaları derinleştiriyor sanırım.

Ayrıca Philadelphia deneyi de Tesla'nın bir ürünü. Bilmeyenler için kısa bir özet geçecek olursak. Deneyde bir gemi 600-700 km yol almış 5 dakika içerisinde dünyanın çeşitli yerlerindeki limanlarda aynı anda görülmüş. Gözlemcilerin raporlarına göre mürettebat geminin duvarları içerisinden geçebiliyor hatta birçoğu da gemiyle bütünleşmiş bir vaziyette duruyorlarmış. Gemi ise sonradan bulunamıyor. Hatta bazı teorisyenler günümüzde görülen ışıklı gök cisimlerinin UFO değil de bu deneyin bir parçası olduğunu düşünmekte.

Neyse Tesla ile ilgili söylenecek yazılacak çok şey var o yüzden merak edenler detaylı araştırmasını yapabilirler. Asıl konumuz olan HAARP Projesine geri dönecek olursak bu projede de Nikola Tesla'nın parmağı vardı. Tesla'nın fikirleri doğrultusunda geliştirilen bu çalışma şunlara neden oluyor;

-2.000 km öteden insanları etkileyebiliyor. Mide bulantısı , kusmaya yol açabiliyor ve insanları yön tayini duyularını etkileyebiliyor.

-Yaydıkları elektro manyetik dalgalarla kitle imha silahları kullanmadan düşman elektronik sistemlerini felç edebiliyor.

-İyonosfer tabakası kendi haberleşme sistemi bozulmadan karşısındakinin haberleşmesini hatta küresel haberleşmeyi bozacak şekilde etkilenebiliyor.

-MR cihazı kullanır gibi yerkürenin kilometrelerce altının röntgenini çekebiliyor ve yeraltı askeri tesisler ile doğal kaynakları saptanabiliyor.

-Küresel meteorolojik değişiklikler yaratmak mümkün olabiliyor.

-Haberleşme ve casus uyduların imhası mümkün olabiliyor.

-Dünyanın çok uzak köşelerindeki TV, radyo ve haberleşme sistemlerini etkilemek mümkün olabiliyor.

-Canlıların temel DNA kopyalanmasının etkilenmesi mümkün olabiliyor.



 Nikola Tesla'nın bundan 100 yıl öncesinde bulmuş olduğu prensiplerle çalışan bu silah sistemleri birçok ilginç alana uyarlanabiliyor. Bundan 100 yıl önce bir mahalleyi sallayabilecek derecede bir araç geliştiren bu adamın fikirleri bugün eğer sadece tek bir gücün altında ise ve bu fikirlerin daha da geliştirilip çoğaltıldığını düşünürsek şayet insanı ürkütüyor doğrusu.

Yukarıda saymış olduğum bu maddelerde insanlar üzerindeki fiziksel ve ruhsal  etkilerini sağlamada önemli olabilecek bir araç var ki bu insanı daha da bir korkutuyor. O da artık büyük küçük herkesin elinde bulunan cep telefonları. Cep telefonlarının anten vericileri sayesinde Tesla'nın fikirlerini kötü yönde kullanırlarsa eğer insanlığın hangi boyutlara taşınacağını az çok hayal edebilirsiniz.

Ayrıca bu projeyle ilgili değinmek istediğim bir konu daha var ki o da depremler.

Nikola Tesla'nın insanlığın yararına olacak bir projesi daha vardı. O da yazımın başında değindiğim deprem makinaları. Tesla önceden kontrollü olarak deprem yaratarak daha büyük olası depremlerin enerjisini boşaltmayı amaçlıyordu bu icadıyla. İşte bu noktada aklımıza gelen soru da şu dünyada olmaması gereken yerlerde meydana gelmiş depremlerde bu çalışmanın bir ilgisi var mı acaba ?

Deprem kuşağında olamayan Almanya, Hollanda, Belçika üçgeninde 13 Nisan'da meydana gelen depremler acaba HAARP'ın bir projesi miydi ?

Şu bilgileri de dikkatle okumanızı tavsiye ederim.

Çin'in Taşgan bölgesinde ABD'nin bağımsızlık ilanından tam 200 yıl sonra aynı anda meydana gelen depremde 250.000 kişi öldü.

2001 Haziranında G-8 toplantısı yapılan İtalya'da toplantıyla aynı anda Etna Yanardağı faaliyete geçti.

1995'te Tokyo metrosundaki sarin gazı terörünü yaratan Aum tarikatının kainatın sonunu getirecek felaket silahları üzerine çalıştığı ve Tesla'nın silahlarıyla da ilgilendikleri iddia edilmişti. Aum lideri 17 Ocak 1995'te meydana gelen Kobe depremini 9 gün önceden tahmin ettiği iddia edilmektedir. Bu depremde şehrin kobay gibi kullanılıp dünyanın içindeki enerjinin Tesla'nın elektro manyetik dalgalarla açığa çıkarıldığı da bu tarikat üyeleri tarafından söylenmektedir.

28 Mayıs 1943'te Batı Avusturalya'nın hiç deprem olmayan Leonora-Laverton bölgesinde 3.7 ölçeğinde deprem oldu. Önce bunun bir meteoroid çarpması olduğu düşünüldü fakat bu bulgu kanıtlanamadı. Görgü tanıkları depremden biraz sonra gökte iki saat kadar süren portakal ve gümüş rengi bir aydınlanmanın oluştuğunu söylediler. Sonra aniden bu ışık kayboldu. Depremin merkez üssünün hemen yanında bir süre evvel bir kısım Aum tarikatı mensubunun bir çiftlik satın almaları ve bazı nükleer fizikçileri buraya getirmeleri acaba bir rastlantı mıydı sorusu akıllara geliyor ?

HAARP'ın internet sitesi de mevcut. ( Siteye buradan ulaşabilirsiniz.) Bu sitede indüksiyon manyetometresi bilgilerine ulaşabilirsiniz. İstediğiniz bir tarihi giriyorsunuz ve o tarihin grafiğini size sunuyor. Örneğin bugünün grafiği şu şekilde



Herhangi sıradan başka bir tarih daha girdim (7 Mayıs 2011) Onun da grafiği şöyle;


Az çok grafiklerin neye benzemiş olduklarını anlamışsınızdır. O halde şimdi hepinizin çok iyi bildiği 17 Ağustos depreminin olduğu grafikleri göstermek istiyorum depremden iki gün öncesinin grafiği şu şekilde;


Depremden bir gün öncesinin grafiği de şöyle yani 16 Ağustos 1999.Grafikteki artışı fark etmişsinizdir ve 20:00'dan sonraki siyahlığı.



Fakat asıl önemli olan 17 Ağustos tarihinin grafiklerini açmak istediğinizde ise garip bir sayfayla karşılaşıyorsunuz.

                    

17 Ağustosla ilgili veri bulamıyor sayfa nedense. Depremden bir gün sonrasının kayıtlarında ise öğle saatlerine kadar bir şey göremiyorsunuz ve sonrasında da giderek azalmaya başlayan bir grafik var.


Nedense bu grafikler bana ilginç geldi. Bu grafikleri diğer büyük depremler için de değerlendirebilirsiniz.Yazıyı tamamen okuduysanız sabırlı bir insanmışsınız = ) Artık yorum sizin...




İlginç Tasarım


İki mühendislik öğrencisinin geliştirdiği bu ilginç tasarımla evinizde bulunan her eşyadan mause ya da klavye yapmak mümkün olabiliyor. Kullandıkları nesnelerle gayet eğlenceli görüntüler çıkmış ortaya.