Sadakat Emsali Köpekler

   
      Köpekler gerçekten insan için şu dünyadaki en iyi dosttur. Her zaman size sadıktır. Size olan sevgisi hiç bir zaman bitmez.

     Küçüklükten beri bu hayvanlara karşı özel bir ilgi ve sevgi duyarım. Bu sevgi bir köpeğe sahip olmadan anlaşılacak bir şey değil bana kalırsa. Ben de köpek sahibi olmadan önce onları çok sevdiğimi düşünürdüm ama bir de birlikte yaşamaya başlayınca her şey daha farklı bir boyut kazandı. Mesela köpeğiniz öldüğünde hüngür hüngür ağlamanız bazı insanlara çok garip gelse de sizi bir insanın ölümünden daha çok üzer belki de. Onun bir yeri yaralandığında keşke bana bir şey olsaydı da onun kılına zarar gelmeseydi diye üzülürsünüz. Çünkü o hayvan size insanların veremediği sevginin, sadakatin 10 mislini verebilir.

     Bazı insanlar korkar bu hayvanlardan nedense. Oysa bilmezler ki nasıl zararsız olduklarını, insanlara sevgiyle yaklaştıklarını... Muhtemelen bu insanlar küçükken bir köpek tarafından kovalanmış ya da ebeveynleri tarafından korkutulmuşlardır. Bu yüzden önyargılı yaklaşırlar köpeklere. Ama muhtemelen o köpek onunla oyun oynamak istemiş ama o kişi bunu anlayamamıştır.

     Yıllar boyu kedi köpek düşmanlığından bahsedilmiştir ya bence bu da külliyen yalan. Mesela benim köpeğim değil kediyle dalaşa girmek etrafındaki bütün hayvanlara karşı dosttur. Yemeğini bile paylaşır. Bu yüzden ona her baktığımda insanlığımdan utanırım.  İnsanlığın şu köpeklerin yarısı kadar bile değeri olmadığını düşünürüm.


   Japonya da bu güzel hayvan için bir heykel bile dikilmiştir ve hikâyesi de şöyledir;

        1924 yılında Tokyo'da bir Japon profesör kendine küçük bir yavru köpek edinir. Köpeğin ismini de Hachiko koyar. Beraberliklerinin sadece bir yıl süreceğini bilmeden yaşarlar. Hatta tarihe geçecek, filmlere, kitaplara konu olacak bir hikâyedir onlarınki.

          Bu köpek her sabah üniversiteye giden sahibine eşlik eder. Metronun dış kapısına kadar sahibiyle beraber gelir onu uğurlar ve tekrar evine döner. Çok geçmeden profesör dönüşte de metro kapısında köpeğinin beklediğini görür. Bu akıllı köpek sahibinin dönüş saatini hesaplamış ve aynı yolu takip edeceğini düşünmüş olmalı ki bu olayı her gün tekrar etmeye başlar. Bu olay bir yıl boyunca hiç aksamadan süre gider.
 
       Fakat bir akşam metrodan inmez profesör. İkinci akşam, üçüncü akşam... yok, yok ... Çünkü profesör okulda kalp krizi geçirip ölmüştür. Ama Hachiko her akşam sahibim metrodan inecek diye inatla bekler ve bu bekleyişi her gün aynı saatte tam 10 sene boyunca devam eder.

     12 yaşında da ölür Hachiko öldüğü yer ise metro istasyonudur.

     İşte Japonlar bu olaydan sonra Hachiko'nun bir heykelini dikerler istasyona.Bu gün o istasyonun kapısı Hachiko çıkışı olarak bilinir. Aynı zamanda Tokyo'nun önemli bir buluşma merkezidir. İnsanlar sadakatini göstermek ve buluşacağı kişiyi bekleyeceğini anlatmak için bu buluşma yerini seçerler.


         Bu hikayedeki köpek gibi hiç bir insan evladı sizi beklemez. Ne bir anne-baba ne bir sevgili ne de bir dost... İşte köpeğin gerçek dost oluşu da bu yüzdendir.


       Bir de köpeğin dilinden sahibine yazılmış bir mektup var. Bu mektup da beni çok etkilemişti. Yazıyı da bu mektupla tamamlamak istedim. Gerçekten köpekleri seviyorsanız bu mektubu okuduktan sonra ağlamanız olası :)

   Nasıl Yaparsın ?

Üzerinden seneler geçti. Şimdi hatırlıyorum da ben yavruyken şirinliklerime katıla katıla güler, beni yavrum diye çağırırdın. Birkaç dişlenen ayakkabı ve katledilen birkaç yastık dışında kısa zamanada senin en vazgeçilmez dostun oldum. Ne zaman bir muzurluk yapsam bana parmağını sallar ve "nasıl yaparsın" diye çıkışırdın. Ama hemen arkasından kızgınlığın geçerdi beni yere yatırır, ters çevirir ve göbeğimi okşardın.

Çok meşguldün o aralar. Dolayısıyla tuvalet eğitimim tahminimizden uzun sürdü. Ama ikimiz el ele verip üstesinden geldik. Yatağında sana sokulup da koynunda geçirdiğim geceleri unutamam. Sen farkında değildin belki ama ben senin rüyalarını ve saklı hayallerini gizlice dinler ve bundan daha mutlu olunamayacağına kanaat getirirdim. Beraber uzun yürüyüşlere çıkar, parklarda koşuşturur, dondurma yerdik. Hatırlıyor musun? Bana dondurma dokunur diye sadece külahını verirdin. Evde senin dönüşünü beklerken sırtımı ılık güneşe verir ve huzurlu, derin bir uyku çekerdim.

Zamanla işinde daha fazla vakit geçirmeye başladın ve boş zamanlarında da kendine bir eş aramaya koyuldun. Ben seni her zamanki gibi sabırla bekledim, sana hayal kırıklıkları ve acılarında teselli oldum, yanlış kararlarını hiçbir zaman kınamadım, her defasında seni büyük bir sevinçle karşıladım. Ve sonunda sen birine aşık oldun.

Evlendin. Ne var ki eşin köpeklerden pek hazzeden biri çıkmadı. Yine de ben onu evimizde sevinçle karşıladım, ona sevgi gösterdim ve dediğinden dışarı çıkmadım. Mutluydum, çünkü sen mutluydun. Sonra bebekler geldi aramıza ve yeni yavrularınızın heyecanını sizlerle paylaştım. Onların pespembe, yumuşacık tenleri mis gibi bebek beni heyecanlandırıp, hayran bırakıyordu. Ve ben de onlara annelik etmek istiyordum. Ama her nedense hem eşin hem de sen, benim onlara zarar vereceğime kanaat getirdiniz. Beni ayrı bir odaya veya kulübeme kapattınız hep. Halbuki kendim sevgiden mahrum kaldıkça onlara olan sevgim daha da arttı bilemediniz hiç.

Çocuklar büyüdükçe onların en yakın dostu oldum. Tüylerime tutunup tombul bacaklarının üzerinde ilk adımlarını attılar. Gözlerime minicik parmaklarını soktular, kulaklarımın içini karıştırdılar ve burnuma öpücükler kondurdular. Onlara, kısacası onlarla ilgili her şeye tapardım bilhassa temaslarına  çünkü senin temasına hasret kalır olmuştum. Gerektiğinde onları hayatım pahasına da olsa korumaya hazırdım. Artık onların yataklarına girip onlarla sarmaş dolaş olup onların gizli hayal ve üzüntülerini dinler, onlarla beraber senin akşam gelişini beklerdim.

Köpeğin var mı? sorusuna cüzdanından resmimi çıkarıp hakkımda şirin hikayeler anlattığın zamanlar artık geride kaldı. Son senelerde bir kuru evetle karşılık verip konuyu değiştirir oldun. Senin köpeğin olmaktan çıkıp itin biri oldum ve bana yaptığın her türlü masraf sana batmaya başladı.

Sonunda başka bir şehre tayinin çıktı. Yeni apartmanınızda sana ve onlara yer vardı ama bana yoktu. Haliyle ailen için en doğru kararı verdin belki. Ama unutma ki bir zamanlar tek ailen bendim.

Son araba gezintimize çıktığımızda heyecanlıydım. Ta ki barınağa varana kadar... Barınak köpek, kedi, korku ve umutsuzluk kokuyordu. Gereken evrakları doldurduğunu ve "ona çok iyi bir ev bulacağınıza eminim" dediğini hatırlıyorum. Onlar da omuz silkip sana karamsar bir bakış attılar. Orta yaşlı, terkedilen bir köpek veya kedinin akıbetinin farkındaydılar çünkü.

Oğlunun tasmama yapışıp kalan elini zorla açmak zorunda kaldın. "Baba n'olur köpeğimi elimden almalarına izin verme" diye çığlık çığlığa haykırmasını sen umursamadın belki ama ben onun adına hem üzüldüm hem de çok endişelendim. Endişem ona şu ana kadar arkadaşlık, sadakat, sevgi ve sorumluluk ve bilhassa bir cana duyulan saygı konusunda vermiş olduğun hayat dersinde yatıyordu. Başıma son bir kere dokunup bana veda ettin, özellikle göz göze gelmemeye özen gösterdin ve sana uzatılan tasma ve kayışımı kibarca geri çevirdin. Gitmen gereken yerler, yetişmen gereken işler vardı ve zaman aleyhine çalışıyordu. Nasıl ki şimdi de benim aleyhime çalıştığı gibi.

Sen ayrıldıktan sonra barınaktaki iki tatlı kadın taşınacağını aylar öncesinden bildiğini ve ban uygun bir yuva bulmak için en ufak bir çaba sarf etmediğinden yakındılar. Sadece üzüntü içinde başlarını sallayıp "nasıl yaparsın" diye sordular arkandan.

Barınakta zaman zaman bizimle ilgileniyorlar. Bizi besliyorlar tabii ki... Ama bende iştah falan kalmadı. Önceleri ne zaman kafesime biri yaklaşsa sensindir diye kafesin önüne koşardım. Belki kararını değiştirmişsindir diye... Belki de bunların hepsi kötü bir rüyadan ibaretti ya da belki bana acıyan biri bana acıyıp beni kurtarmaya gelmişti. Ama zamanla anladım ki minik ama akıbetlerinden habersiz şirin yavru köpeklerle yarışmam söz konusu bile değil. İşte o zaman kaderime razı olup köşeme çekildim ve ne olacaksa olsun diye bekledim.

Önce ayak seslerini duydum onun. El ayak çekildikten sonra beni kafesimden çıkardı ve onu uslu uslu koridorun sonundaki odaya kadar takip ettim. Sessiz sakin bir odaydı burası. Beni yavaşça kaldırdı ve masanın üzerine koydu. Başımı okşadı, kulaklarımın arkasını kaşıdı ve tasalanmamı söyledi. Kalbim olacaklar karşısında heyecanla çarpıyordu ama aynı zamanda içimi sonsuz bir huzur kapladı. Sevgi tutsağının sayılı günleri dolmuştu demek ki. Karakterim icabı kendimden çok onun için üzülüyordum. Üzerindeki yük çok ağırdı ve onu eziyordu ve ben beraberliğimiz boyunca senin her ruh halini anladığım gibi onun da içinde bulunduğu durumun çok iyi farkındaydım.

Eli çok hafifti ve gözünden akan yaşları görmesem ön patime bağladığı turnikeyi neredeyse farketmeyecektim bile. Seneler önce seni de teselli ettiğim günlerdeki gibi hafifçe elini yaladım. İğnenin ucunu usulca damarlarımdan içeri kaydırdı. Önce hafif bir sızı arkasından damarlarımda dolaşmaya başlayan buz gibi sıvıyı hissettim. Kafam, gözlerim ağırlaştı ve onun merhamet dolu gözlerine bakarak son olarak "nasıl yaparsın" diye fısıldadım.

Belki de benim dilimden iyi anladığı için "ne kadar üzgünüm bilemezsin" dedi. Bana sarıldı ve alelacele işinin beni çok daha huzurlu ve güzel bir yere göndermek olduğunu anlatmaya başladı. Öyle bir yer ki bir daha ne ihmal edilecek ne acı çekecek ne de kendimi korumak zorunda kalacaktım. Öyle bir yer ki sevgi ve ışık içinde... Bu sefil dünyadan çok daha farklı güzellikte bir boyut.

Son kalan nefesimle kuyruğumu son bir kez sallayarak ona "nasıl yaparsın" dan onu kastetmediğimi anlatmaya çalıştım kastettiğim sendin. Canımdan çok sevdiğim sahibim. Seni her zaman anacağım ve sonsuza dek bekleyeceğim bunu bil.

Son dileğim ise haytındaki herkesin sana benim gösterdiğim sadakati göstermesidir.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder