Vizyondan Birkaç Film...

Uzun süredir bloga birşeyler yazmıyordum.Bari son zamanlarda gittiğim bir kaç film için birşeyler karalayayım dedim.

İlk izlediğim film Hobbit

1-The Hobbit:The Desolation of Smaug





    Yüzüklerin efendisi serisini bayılarak izleyenler için hobbit uyarlamaları da gayet keyifli olacaktır.Tabiri caizse yönetmen kim olursa farketmez her türlü gideri var hobbitin diyebilirim :)

     Filmi ben 3D izledim ve hatta sırf bu yüzden de sinemaya gittim diyebilirim.Çünkü böyle bir filmi  3D izlemek çok daha keyif verdi.Serinin ikinci filminde karşılaşacağınız Smaug yani cüceleri dağ şehri Erebor'dan kovup hazinelerine el koyan dev ejderha ile olan macera anlatılıyor.Bir de kuytuorman elfleri ve şekil değiştiren beorn var karşımıza çıkan.

     Kimisi kitabın fazla uzatıldığını düşünse de bence film gayet akıcı ve güzel gerçi ben kitabı okumadım ama neyse konumuz bu değil zaten :) Ben ilk filmden daha başarılı buldum bunu.Hazır vizyondayken gidip izleyin bence.Ayrıca çok pis bir yerde bitirmişler.3. filmi There and Black Again 'i merakla bekliyorum.

IMDB: http://www.imdb.com/title/tt1170358/?ref_=hm_cht_t1

İkinci izlediğim film bir Çağan Irmak filmi

2-Tamam mıyız?



Genellikle Çağan Irmak filmleri mutlu sonla bitmese de bu sefer öyle olmamış.Açıkçası bu filmi diğerleri kadar sevdiğimi söyleyemyeceğim.Film kısaca engelli ve eşcinsel iki gencin hikayesini anlatıyor.İlham kaynağı ise Hakan Günday kitapları diyebiliriz ki bu adam genelde çok depresif kitaplar yazmasına rağmen film o kadar iç karartıcı değildi.Oyunculuklar da genel itibariyle güzeldi.Ama filmin ilk yarısı çok monoton geçiyor eminin ki bir çok insan ikinci yarısını izlemeden filmden ayrılmıştır.Yine de izlenesi bir film.

IMDB:http://www.imdb.com/title/tt3283804/?ref_=fn_al_tt_1

ve son olarak düğün dernek

3-Düğün Dernek


     Genelde tek başıma sinemaya giden biri olarak bu filme arkadaşımla gittim.Tek başıma olsam izlemek için başka bir film seçerdim büyük ihtimalle o yüzden bu filme hiç gülmeyeceğim diyerek girdim aslında.Çünkü başrol oyuncuları birçok insan sevmesine rağmen ben pek sevmiyorum bu adamları nedense.

     Ama film o kadar da vasat değildi.Mesela bir Recep İvedik ile kıyaslamak haksızlık olabilir ama çok güldüğüm çok eğlendiğim bir film de olmadı.Boş vaktiniz varsa kafa dağıtmak için izlenecek cinsten bir film.

IMDB:http://www.imdb.com/title/tt3347976/?ref_=fn_al_tt_1



Kardeşimin Hikayesi






Dün akşam bitirdiğim Livaneli'nin son kitabı Kardeşimin Hikayesi...Serenad kitabından sonra çok güzel gitti bu kitap.

Kitap gayet akıcı çabucak bitiriyor.Konusu da şu şekilde;

Bir balıkçı köyünde geçiyor roman.Arzu isminde bir kadın öldürülüyor.Gazeteci bir kız da bu olay üzerine köye gelerek emekli bir inşaat mühendisi olan Ahmet bey ile tanışıyor.

Ahmet bey çok ilginç bir insan ve ben en başında otistik olduğunu düşünmüştüm.Çünkü evinde kendisinin yapmış olduğu bir "hug machine" yani sarılma makinası bulunuyor.(Bunu icad eden otistik bir profesör olan Temple Grandin'dir.Hazır yeri gelmişken belirteyim bir de filmi vardır.İzlenmesi tavsiye olunur.) Fakat otizmi geçtim bir çok şey var bu adamda.Velhasıl bu ilginç adam gazeteci kızın da ilgisini çeker ve merakına yenik düşerek adamın anlattığı hikayeleri dinlemek için bir süre yanında kalır.Ahmet bey gayet iyi bir hikaye anlatıcısı olduğundan kız gitmek istese bile hikayeyi merak ettiğinden gidemez.İşte böyle anlatılır "Kardeşimin Hikayesi"...

Kitabın sonunu tahmin etmek imkansız gibi bir şey.Gayet güzel kurgulanmış bir kitap çünkü.Serenad kitabından sonra bir hayal kırıklığı yaşayacağınızı düşünmüyorum.Çünkü ben Livaneli'nin bir çok kitabını okumuş biri olarak içlerinde en güzelinin Serenad olduğunu düşünmekteydim.Fakat Kardeşimin Hikayesi de gayet güzeldi.Okumanızı tavsiye ederim.

Kitabın arkası da burada bir kaç yorum ve konusu için;

Fotoğrafı büyütmek için tıklayın.

Kitap bittikten sonra merak edebileceğiniz şeyleri ben en başında vereyim size :)

En başında kitabın geçtiği yer olan Podima yani Yalıköy'ün bir fotoğrafı;


Kitapta adı geçen köpek Kerberos'un mitolojideki resmi;
(Kerberos Yunan Mitolojisinde Hades'in yönettiği ölülerin bulunduğu yeraltının kapısında bekçilik yapan üç başlı köpektir.)


Bir de son olarak kitapta geçen bir şarkı vardı: via con me...


Ferhangi Şeyler



1987 yılından beri Ferhan Şensoy'un aralıksız oynadığı tek oyun Ferhangi Şeyler...Ben de dün Bornova Açık Hava Tiyatrosu'nda izleme fırsatını elde ettim.İyi ki de izledim.Tekrar tekrar izlenesi harikulade bir oyundu.

Oyun 1987'den beri aynı kalmamış tabii.Oyunun geneli aynı olsa da günümüze göre uyarlanan yerler var.Hep aynı oyunu oynamasına rağmen gazetelerdeki güncel haberleri öyle bir yorumluyor ki üstad zekasına hayran kalmamak elde değil.Onun konuşma tarzı, mimikleri vs. deliler gibi gülüyorsunuz.Hatta her gün gazeteleri radyoda falan okusa keşke diyorum.Hiç kaçırmadan dinlerim gerekirse sabahın köründe bile kalkarım yine de kaçırmam ağzından çıkacak tek kelimeyi.Gerçi buna RTÜK ne kadar izin verir bilemem. :)

Cem Yılmaz'a vereceğim parayı Ferhan Şensoy'a verip tekrar tekrar izlemek daha mantıklı geliyor bana.Neyse efenim en az bir kez izlenmesi gereken bir oyun diyerek yazıyı noktalıyorum.

Dans La Maison



Son zamanlarda final haftam yaklaştığı için bir film izleme merakı gelir bana hep.Ben de François Ozon'un son filmini seçtim bunun için. "Dans La Maison"... Türkçe'ye çevrilmiş haliyle "Evde"

Fransız filmlerinin pek sevilmediği doğrudur, sıkıcı gelir çoğu film.Ama Ozon'un yeri başkadır benim nazarımda.Değişik bir hava var adamın filmlerinde.Kimi zaman çok sade belki ama hoş bir duygu bırakıyor bende.Zira müzik seçimleri de aynı şekilde.O filmde çalan müzikleri sonrasında da sıkılmadan defalarca zevkle dinlerim.Belki başkasına çok sıkıcı gelse de benim bir solukta izlediğim filmler.

Ama bu film için aynı şey söz konusu değil.Gayet dinamik geçiyor film.Büyük bir kitleye hitap edebilecek türden.Biraz pembe dizi tadında geçiyor sonrasında ne olacak merakı sarıyor film boyunca.

Lafı fazla uzattım.Konusuna gelecek olursak;

Germian isminde bir edebiyat öğretmeninin okulda çocuklara hafta sonu ne yaptıkları ile ilgili bir kompozisyon yazmalarını istemesiyle başlıyor film.Hemen hemen bütün çocukların bir kaç cümleden oluşan saçma paragraflarının arasında göze çarpan Claude isimli gencin kompozisyonu oluyor.Bir kaç cümle ile değil roman tadında bir kompozisyon yazarak hocasının dikkatini çekmeyi başarıyor.Yazısının sonuna (devam edecek...) yazmasıyla da bir hayli merak uyandırıyor.


Germain eskiden kalma yazarlık merakı ile bu çocuğu alıyor ve hemen hemen her gün yazarlık üzerine ders vermeye başlıyor.Hatta kendi başarısız yazarlık deneyiminden sonra çocuktaki yetenek onu cezbettiğinden olsa gerek, sırf yazması için başka bir hocanın sınav sorularını dahi çalma noktasına kadar getiriyor olayı.




Film Claude'un yazdığı yazıların akışına göre ilereyip gidiyor.Siz ne olacak acaba şimdi, bu olanlar gerçek mi hayal mi diye düşünüyorsunuz.Ama gerçek ya da hayal olduğu kişinin kendisine kalmış çünkü ortada net bir şey belirmiyor.Kurgu,senaryo falan gayet güzel olmuş.Ha bir de müzikler...Çok ilginç bir sonla bitmese bile final sahnesi de güzeldi.

IMDB puanı için tıklayın.

Adalet Sizsiniz



Adalet Sizsiniz Rutkay Aziz ve Taner Barlas'ın sahneledikleri yeni oyun.Oyun belirli tarihlerdeki adaletsiz yargılamalardan üç tanesini ele alıyor.

Önce Sokrates'le başlıyor.Sokrates yaklaşık bundan 2500 yıl önce Atina'da fikirleri ve düşünceleri nedeniyle merak uyandırıyor.Yeni tanrılar yarattığı ileri sürülüyor ve Beşyüzler Meclisi önünde yargılanıyor.Daha sonra Sokrat'ın başka bir ülkeye gitmesi durumunda ona bir zarar vermeyeceklerini söyleseler de Sokrates bunun korkaklık olduğunu düşünür onuru ve erdemi savunarak bir yere ayrılmaz ve bu yargı sonucunda zehir içirilip, idam edilir.

Öldürülmesinin 2412'inci yılında yani 2012'de Sokrates'in haklı olduğu düşünülür.


Daha sonrasındaki ikinci adaletsizliği Galileo Galilei takip ediyor. Galileo da kendisinden önce önemli buluşlara imza atmış Copernicus'un öne sürdüğü fikirleri savunduğu için Vatikan kilisesi tarafından yargılanıyor.Zira Copernicus'u düşünceleri dine aykırı bulunuyordu ya da Rutkay Aziz deyimiyle baba, oğul ve kutsal ruh adına bunlar çok iyi düşünceler değildi diyebiliriz :) Mahkeme bu görüşleri yaymasına, yazdığı Diyolog adlı kitabın basılmasına karşı çıkılıyor.Galileo ömür boyu hapis cezasına çarptırılır.

Fakat sonra kilise bir açıklama yapar 1981 yılında...Galileo haklıdır ve kardinaller hata yapmıştır.


 Ve son olarak da Nicola Sacco ve Bartolomeo Vanzetti'nin Boston'da yargılanıp öldürülmesidir.Sacco ve Vanzetti iki italyan göçmendir.Cinayet ve para gasbından yargılanan bu iki göçmen aslında olay günü Boston'da olmadıkları ve bunu ispat ettikleri halde göçmen işçilere karşı olan nefrete kurban giderler.Bu nefret mahkemenin zaten yargılamadan karar vermesine neden olur.Her ne kadar dertlerini anlatmaya çalışsalar da doğru düzgün bir savunma dahi yapamazlar.Hatta cinayeti işleyen adam suçunu itiraf ettiği halde mahkeme bu iki adamın idamını uygun görür.


Dekor ve kostümler de fena sayılmazdı.Fakat Rutkay Aziz'in ses tonuna bir kez daha hayran kaldım doğrusu. :)

Sonuç olarak gayet güzel, izlenilesi bir oyundu "Adaletsizsiniz" ya da "Adalet Sizsiniz"...

Selamün Kavlen Karakolu


Aziz Nesin'i çok sevdiğimden bu oyunu merak etmiştim.Aziz Nesin'in öykülerinden Yücel Erten'in uyarlamalarından ortaya güzel bir oyun çıkmış.Beklediğimden de güzeldi Selamün Kavlen Karakolu.

Oyunda iki dolandırıcı kendilerini polis olarak tanıtıyor ve sahte bir karakol açıyor.Başta halkın bir kısmını kandırıyorlar kendi aralarında.Sonrasında ise devlet bu karakolu ciddiye alıp polis, komiser bile atıyor.Olaylar bu karakol etrafında gelişiyor.


Oyunculuklar çok sıcak ve samimiydi.Sanki onlar benden daha çok eğleniyor gibiydi sahnede.Politik bir tiyatroydu ve çok eğlenceliydi.Tabi burada Aziz Nesin de büyük faktör.Öyküleri kaç sene önce yazmış olmasına rağmen bugün bile güldürüp, düşündürebiliyor.İleri görüşlü bir insanmış üstad.Oyunda günümüze uyarlanmış bir kaç yer vardı ki onlar da harikuladeydi.Biraz İzmir'e, biraz hükümete, biraz insanlara...


Kendileriyle de alay ediyorlardı mesela bu da çok samimi geldi bana.Kelimenin yanlış telaffuz edilmesiyle dalga geçiyorlar ve bunu gerçekten kendi aralarında herhangi bir yerde şakalaşır gibi izleyiciye sunuyorlar.

Müziklere gelecek olursak ben çok keyif aldım.Oyundan çıktıktan sonra bile yolda yürürken mırıldandım hep gümbede gümbede güm güm hey diye :) Müziklerin hepsini canlı olarak çaldılar.Her birinin elinde bir enstrüman.Hem çalıp hem söylediler.Seyirci de buna eşlik etti kimi zaman.Konser verseler giderim izlemeye :)



Bana kalırsa herkes çok mutlu ayrıldı tiyatrodan.Ben zamanın nasıl geçtiğini anlamadım.Saate bakınca farkettim ki uzun bir süre kalmışız içeride.Ama bir o kadar daha olsa izlerdim doğrusu.Ben Cem Yılmaz'ı izlerken o kadar saat dayanamamış bir insanım.Ama bu oyunu zevkle izledim ve daha çok eğlendim.Tiyatronun güzel yanı da bu zaten.

Merak edenler için oyuncu kadrosunu da yazayım:

Mehmet Ulusoy
Mahir İpek
Yıldırım Şimşek
Hakan Güven
Ali Seçkiner Alıcı
Özgürcan Çevik
Gizem Aldemir
Nalan Güreş
Mustafa Bilgin
Erdem Ulusal
Özgün Aydın

İki Cami Arasında Aşk


İki Cami Arasında Aşk kitabına kitapçıda bakınırken denk geldim.Önce kitabın ismine baktım cami ve aşk...Bana biraz absürt geldi önce.Sonra arka kapağına baktım.Kitabın konusu Mihrimah ile Mimar Sinan'ın aşkını anlatan bir kitapmış.İçine bile bakmadan attım sepete, fiyatı da ucuzdu diğer kitapların arasında kaynadı gitti.Eve geldiğimde kitabın içini açtım sağ yaprakta yazılar var sol yapraklar boştu.Önce bir garipsedim sonra da dedim ki bu kitap yatakta yatarken rahat bir şekilde okunur işte.Uzan sol tarafına oku :)

Sanırım kitabın tek artısı da buydu.Kitabı okumaya başladım ama ben daha güzel anlatılmış, daha güzel betimlenmiş bir Osmanlı dönemi beklerken sonuç tam bir hayal kırıklığıydı benim için.Mimar Sinan'ı hiç bilmeyen biri bu kitabı okusa Sinan'dan bile nefret eder belki.O kadar kötü geldi kitap bana.Öncelikle kitapta bir çok yazım yanlışı ve anlatım bozuklukları vardı.Hatta bazı cümleleri anlamayıp tekrar okudum.Yazar gerçekten çok saçma sapan anlatım bozuklukları yapmış.İnsanlık halidir dersin ama bu kadar belirgin saçmalıkları ben sadece bu kitapta gördüm.

Kitabın yazarı bende şöyle bir hava uyandırdı: Mimar Sinan vaktinde Mihrimah Sultan'a aşıkmış bundan güzel hikaye çıkartırım ben.Çok araştırmaya da gerek yok aklımda kalanlarla başlayayım yazmaya.

Yazdıktan sonrası da şöyle gelişmiş sanki; Ben bu kitabı yazdım ama sanki çok kısa oldu ya.Acaba ne yapsam?Ben en iyisi bu kitabın sol tarafını boş bırakayım böylece kitap iki katına çıksın.Ee bu kitap yine kısa oldu başka ne yapsam acaba? En iyisi yazdığım şeyleri tekrar tekrar başka bölümlere de ekleyeyim biraz daha uzasın.Çok kontrol etmeye de gerek yok.Tamam bitti gitti.Basalım gitsin.

Gerçekten bu havayla yazılmış gibiydi.Kitabın bir sürükleyiciliği de yok.Sürekli aynı cümleleri okuyorsunuz. Mesela ben daha kitabı bitireli daha 3-4 gün olmasına rağmen kitaptan öğrendiğim pek bir şey olduğunu söyleyemeyeceğim.Aklımda kalan tek şey de Sinan'ın eşi Mihri'nin sürekli üzülmesi, Sinan'ın eşine, aynı zamanda kendine üzülmesi ve bunlar umurunda bile olmayan Mihrimah.Böyle bir intiba bırakıyor insanda.Bunları anlatan cümleler de düzenli olarak tekrarlanmış.Kitap o kadar sade bir dille yazılmış ki hatta ona sade bile demek ayıp olur.İlkokul çocuğunun anlayacağı bir dille yazılmış desem yeridir.

Ben kitabın konusuna aldanıp aldım fakat hiç tavsiye edeceğim bir kitap değil.Geçen gün kitapçılarda ikincisinin çıktığını gördüm.Okumadan yorum yapmak anlamsız belki ama benim ilkinden dilim yandı ikincisini de okumaya hiç niyetim yok.Boşa zaman kaybıydı benim için.Sırf bitsin diye okudum.Neden bu kadar satıldığına da anlam veremedim.Belki insanlar da konusuna aldanmıştır benim gibi.

Kitaba 10 üzerinden bir puan verecek olsam maksimum 3 verirdim herhalde.

İnternetten Kitap Satın Alımı


Ben genellikle kitaplarımı internetten sipariş veririm ya da sahaflardan ikinci el kitaplar alırım.Ama kitapçıları gezmek de ayrı bir zevk tabi.Ben önce geziyorum sonra internetten alıyorum :)

Benim gibi internet üzerinden kitap satın alıyorsanız bir kaç öneri paylaşmak istedim.Öncelikle internetten alışveriş yapacağınız güvenilir bir kaç site var D&R, indefix, pandora gibi.Bunların dışında ucuza ikinci el kitap almak isterseniz sahafların bulunduğu bir site var o da nadir kitap.Bunlar benim kullandığım siteler.Mutlaka başka siteler de vardır fakat ben kullandıklarımı anlatacağım biraz.

Toplu halde kitap satın alıyorsanız eğer ve tüm sitelere bakıp tek tek hangisinde daha ucuz acaba diye araştırmak sizi yoruyorsa bunu ortadan kaldıracak bir site var.Kitap Metre...

Bu siteye girip istediğiniz kitapları sepetinize atıyorsunuz ve site size en ucuz hangi sitede ise bunun kıyaslamasını yapıyor.Indefix, pandora D&R, kitapyurdu gibi...Ama şunu da söylemeliyim ki şu ana kadar aldığım çoğu kitap D&R'da daha ucuzdu.Bu yüzden ben kitap alışverişimin büyük bir kısmını D&R'dan yapıyorum.

D&R'ın kendi mağazasından ziyade internet mağazasından alışveriş yapmak daha mantıklı çünkü kitapların çok büyük bir kısmı indirimli oluyor.Ayrıca şu anda var olan 50 lira üzeri alışverişlerde kargo da bedava kampanyası da var.Fakat bu kargo kısmı bazen beni deli ediyor.Kimi zaman uzun süre kitapların elinize ulaşmasını bekliyorsunuz.İnternet sitelerini yenilemelerine rağmen hala daha bana pek kullanışlı gelmiyor.Fakat genel anlamda çok büyük bir sıkıntıyla karşılaşmadım.Tek sorun kargoydu benim için.Eğer çok beklemek istemiyorsanız diğer kitap sitelerini önerebilirim.


Bir de nadir kitap'a değineyim.Buraya da Türkiye'nin bir çok yerinde bulunan sahafların birleşimi diyebiliriz.İstediğiniz kitabı aratıyorsunuz bir çok sahaf karşınıza çıkıyor.Eski kitapları çok ucuza bulmanız mümkün olabiliyor çoğu zaman.Ben eski kitaplara bayılırım bu yüzden arada bu siteden de alışveriş yaptığım oluyor.Kargo konusunda da hiç sıkıntı yaşamadım.Sadece dikkat etmeniz gereken bir husus var o da seçtiğiniz kitapların aynı sahaftan olmasına bakmalısınız.Bazı sahaflar birleşerek kitap gönderimi yapıyorlar.Bu da bir avantaj.İki ayrı sahaf iki ayrı kargo olmuyor yani.

The Walking Dead:The Game



Uzun süredir takip ettiğim bir diziydi The Walking Dead.Bir de oyunu çıktı demişlerdi ama denememiştim.Bu gün indirdim ve başladım oynamaya.

Öncelikle diziyi izlemeyenler varsa kısaca diziye değineyim.Dizi amerikan yapımı, ayrıca bir çizgi romandan uyarlama.Dizinin başında komadan uyanan bir adam var ve dünyayı et yiyen zombiler sarmış vaziyette.Öncelikle ailesini bulmak için yola düşüyor.Bu serüven boyunca bir çok insan ile karşılaşıyor vs. vs. ...Dizi de heyecan ve gerilimden ziyade  insanların psikolojileri de çok güzel ele alınmış bana kalırsa.IMDB puanı da hatırı sayılır 8.8

Neyse biz oyuna dönecek olursak oyun aslında tek bir oyun değil dizinin oyun uyarlaması gibi bir şey.Ben episode 5'i indirdim.Direkt ortadan daldım olaya nasıl olduğunu görmek amacıyla.Ama bu durum oyun bağımlıları için biraz sinir bozucu olabilir, çünkü dizinin yeni bölümünü bekler gibi episode çıkmasını bekliyorsunuz.


Oyunun içeriği diziye nazaran hareketlere bağlı değil.Ben  daha ziyade vurdulu kırdılı, ne bileyim bir zombi kafası parçalama gibisinden bir şeyler bekliyordum ama değilmiş.(Bende de biraz canilik var sanırım.)Oyunda seçimler yapıyorsunuz.Mesela konuşmalar geçiyor ve size 2-3 tane seçenek sunuyor, o cümlelerden birini seçerek gidişatı belirliyorsunuz.Ya da bir zombi saldırısında kimi kurtaracağınıza siz karar veriyorsunuz.Fakat diyaloglarda süre sıkıntısı da var.Biraz hızlı karar vermek durumundasınız.


Oyundaki atraksiyon da şu; diyelim bir zombi size saldırdı ve elinizdeki aletle ona vuracaksınız tam olarak kafasına denk getirmediğiniz takdirde zombiye yem olabiliyorsunuz.Öldüğünüz zaman da en başından başlamıyor kaldığınız yerden devam edebiliyorsunuz.Bu da bir artı.

Ben The Walking Dead'in çizgi romanını okumadım fakat oyun biraz çizgi roman tadında diyebilirim.Gerek grafikleri, gerek de konuşmalar olsun sanki oyun oynuyormuş gibi değil de çizgi romanı siz yönlendiriyormuşsunuz gibi.Dolayısıyla bu oyunda orta derecede ingilizce bilmek yetmiyor iyi derecede ingilizce bilmeniz gerekiyor diyebilirim.Çünkü konuşmaları anlayıp karar vermeniz gerekiyor.


Oyundan bir kaç kare daha paylaşayım.

Resimleri büyütmek için üzerine tıklayın.

Resimleri büyütmek için üzerine tıklayın.

Resimleri büyütmek için üzerine tıklayın.

Resimleri büyütmek için üzerine tıklayın.

Resimleri büyütmek için üzerine tıklayın.

Resimleri büyütmek için üzerine tıklayın.

Resimleri büyütmek için üzerine tıklayın.





Kahve Hakkında...

Kahvenin bulunuşu hakkında birçok riveyet vardır.Bunlardan en yaygın olanı da çoban hikayesidir.

      VIII. yüzyılda Habeşistan Kaffa'da yaşayan bir çoban vardır.Khaldi adındaki bu çoban hayvanlarını otlattıktan sonra gece uyumadıklarını, fazla hareketli olduklarını fark eder.Birkaç gün hayvanlarını gözlemler ve hayvanlarının orada yetişen bir bitkinin kırmızı meyvelerini yedikten sonra bu duruma geldiklerini anlar.Daha sonra kendi de bu meyveyi tadar.Kendisini daha zinde ve canlı hisseder.Bu meyveleri çok sever ve kahve bulunmuş olur böylece.

Kahve Ağacı
Bu hikayenin doğruluk payı diğerlerine göre daha yüksektir çünkü kahve ağacının yetiştiği ilk yer Habeşistan(Etiyopya) olduğu bilinmektedir.

Bu gün kahve ihtiyacının yaklaşık 4'te 3'ünü Brezilya karşılamaktadır. Brezilya'daki kahve çiftliklerinin de tek bir kahve ağacından türediği söylenir.Onun da hikayesi şöyledir;

Cava'daki Flemenk kahve çiftliklerinden bir kaç kahve fidanı Fransa kralına hediye olarak gönderilir.Kral'da bunların yetiştirilmesi Antiller'e yollanmasını ister.Fidanları Antiller'e götüren gemi yolda fırtınaya tutulur ve yolculuk çok uzun sürer.Bu yüzden kahve fidanları kurumaya başlar.Sadece bir kahve fidanı sağlam kalır.Gemideki su miktarı giderek azalır fakat bu fidanları Antiller'e götürecek olan memur, krala ne kadar bağlı olduğunu göstermek amacıyla içme suyunu bitki için feda eder.Böylece o tek fidan Antiller'e ulaşır ve bu tek kahve fidanından o büyük kahve çiftlikleri meydana gelmiş olur.

Kendi topraklarımıza kahvenin gelişine bakacak olursak Osmanlı'da ilk kahve Kanuni Sultan Süleyman  zamanında Yemen valisi Özdemir paşa tarafından 1517 yılında İstanbul'a getirilmiştir.1554 yılında ise Tahtakale'de ilk kahvehane açılmıştır.

Osmanlı'da da kahve sevilen bir içecek olmuştur.Hatta sarayda kahvecibaşı görevi bile verilir. Kahvecibaşı devlet büyüklerine kahve pişirmekle görevli kişilerdi.Fakat o zamanlarda bu önemli bir görev olarak görülürdü çünkü kahvecibaşı olan kişilerden bazıları sadrazam rütbesine yükselmiştir.


Türkler kahveyi kendilerine has bir şekilde pişirdiklerinden 'türk kahvesi' ismini almıştır.19. yüzyıl sonlarına kadar türk kahvesi çiğ çekirdek olarak satıldı.Evlerde kahve tavalarında kavrulduktan sonra el değirmenlerinde çekiliyordu.Sonra içilecek hale gelmiş oluyordu.Fakat 1871 yılında Mehmet Efendi çiğ kahveyi kavurup, öğüterek içime hazır hale getirdikten sonra satmıştır.Böylece İstanbul sokaklarında bu taze kavrulmuş kahvenin kokusu yayılmaya başlamış.Mehmet Efendi kısa sürede üne kavuşmuş ve Kurukahveci Mehmet Efendi olarak anılmaya başlamıştır.

Intouchables/Can Dostum (2011)


Dün akşam izlediğim bir filmdi Intouchables.2011 yılı Fransız yapımı bir film.Uzun süredir bilgisayarımda duruyordu fakat bir türlü izleyememiştim.İzledikten sonra da neden daha önce izlemedim diye sordum kendi kendime.Gerçekten hiç bitmesini istemediğim ve zevk alarak izlediğim bir film oldu.

Filmin içeriğine gelecek olursak; baş karakterimiz Philippe adında zengin bir adam.Philippe yamaç paraşütü kazasında sakatlanmış ve boynundan aşağısı felç olmuştur bu yüzden kendisine bakması için birini işe alması gerekir.Bir çok başvuru vardır fakat içlerinden diğerleri gibi sıradan olmayan birini işe alır Philippe.O kişi ise Driss adında hapishaneden yeni çıkmış bir adamdır.Belki de sakat bir adam için uygun olmayan birisi gibi dursa da buna rağmen Philippe onu işe alır ve çok farklı bir dostluk yaşanır aralarında.


Filmin genel olarak konusuna baktığınız zaman duygusal bir filmmiş gibi görünse de ben filmin genelini yüzümde bir tebessümle izledim.Hatta bazı yerlerinde kahkaha bile attığımı söyleyebilirim.Filmdeki oyunculuklar da mükemmeldi.Filmdeki başrol oyuncularını daha önce hiç izlememe rağmen çok beğendim.Mesela başrol oyuncusu tüm film boyunca tekerlekli bir sandalyede ve boynundan aşağısı felçli olduğundan dolayı oyunculuğu sadece yüzünde gözlemleyebiliyorsunuz.Buna rağmen o mimikleri, ifadeleri çok güzel kullanmış.


Filmin bir diğer özelliği ise gerçek hayatta yaşanmış olması.Film öyle güzel olmuş ki sanki gerçekte yaşayan bu oyuncularmış gibi.Öyle samimi öyle sıcak bir film işte...

Velhasıl film son zamanlarda izlediğim en iyi film diyebilirim.Film bittiğinde anlamsız bir mutluluk kaplıyor içinizi.Ne tarz film severseniz sevin bu filmi beğeneceksinizden şüphem yok.

Film izlemeden önce siz de benim gibi ilk iş IMDB puanına bakıyorsanız şayet onu da paylaşayım :)


Fragmanı için de burdan buyurun;


Son kez filmin sountrack'lerini de çok beğendiğimi söylemeden edemeyeceğim bir kaç tane de onlardan paylaşıp yazımı bitiriyorum efenim.İyi seyirler.




3 Boyutlu Kalem:3Doodler

   Belki de hayali kurulan bir şeydir kağıtla sınırlı kalmadan dışına çıkıp istenilen çizimi yapmak.Bu kalemle artık havaya çizim yapılabilecek.Woobleworks adlı bir şirketin üretmiş olduğu 3Doodler kalemde özel bir plastik çubuk var ve bu çubuk bir kalem yardımıyla ısıtılıyor, daha sonra uç kısmını sıvılaştırıp soğutuyor ve bu şekilde dilediğiniz şekli çizebiliyorsunuz.



    Bir de videosu var:


Kürk Mantolu Madonna

 
    Bu gün kitaplığımı düzenlerken aklıma geldi ben blogumda hiç kitaplarla ilgili bir yazı yazmamışım.Bir başlangıç yapıp Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna adlı kitabını paylaşmak istedim.

     Ben bu kitabı bir çok insandan duyup merak edip okumaya başladım.Herkes çok övüyordu kitabı.Kitaba başladığımda neden bu kadar sevdiklerine bir anlam verememiştim.Çünkü ilk elli sayfada kitap hiç akıcı değildi.Kitabı da yarım bırakmak olmazdı bu yüzden okumaya devam ettim.

    Kitapta benim nazarımda gayet monoton bir hayatın olan  Rasim adında bir adam var ve kitap bu adamın ağzından anlatılıyor.Fakat kitabın asıl karakteri ise Raif Efendi'dir.Kitabın ilk elli sayfası Rasim'in hayatını anlattığı için beni pek sarmamıştı sanırım.Ama iyi ki de devam etmişim.

    Biraz kitabın konusundan bahsedeyim.Rasim işsiz kalır ve iş aramaya başlar.Bir iş bulur fakat sevdiği için değil mecbur kaldığı için bu işi kabul eder.Ofiste iki kişilerdir.Rasim ve Raif Efendi.Raif Efendi tercümanlık yapmaktadır.Dışarıdan bakıldığında kendi halinde bir insandır.Pek fazla insanla muhatap olmaz.Rasim ile aynı ofisi paylaştıkları halde o bile tam anlamıyla çözebilmiş değildir Raif Efendi'yi.Bu durum Rasim'i daha da meraklandırır ve onu yakından tanımaya çalışır.Raif çoğu zaman hastalanır ve bu günlerden birinde Rasim onu evinde ziyaret etmek ister.Çeviri yapılması gereken bir kaç parça kağıdı da alıp evine gitse de Rasim'in asıl amacı Raif Efendi'yi daha yakından tanımaktır.Raif Efendi'nin evi epey kalabalıktır.Eşi ve çocuklarının yanı sıra bir de baldızı kayın biraderleri onların çocukları ve baldızının kocası gibi bir çok insanla aynı evi paylaşmaktadır. Raif Efendi evinde hiç mutlu değildir.Bunun bir çok sebebi vardır.Bir yandan maddi sıkıntılar yaşar bir yandan da Raif Efendi hiç de sevmediği bir kadınla evlidir aslında.O kadar çok insanla aynı evi paylaşmasına rağmen Raif Efendi yalnızdır.Hani kalabalıklar içinde yalnızım diye bir söylem vardır ya Rasim Efendi'nin yalnızlığı da öyledir işte.

  Rasim bu ev ziyaretlerini sıklaştırır.Çünkü Raif Efendi'nin hastalığı iyice ilerlemiştir.Artık işe gidememektedir.Raif Efendi'nin ofisindeki çekmecesinde kendine ait bir defter vardır ve Raif Efendi Rasim'den bu defteri yakmasını ister.Tabi Rasim o defteri okumadan yakmak istemez çünkü içinde Raif Efendi'ye ait özel şeyler bulacağını düşünür.Raif Efendi'yi bir şekilde ikna ederek defteri okumaya başlar.Kitabın asıl can alıcı tarafı bu noktadan sonra başlar çünkü bu defter Raif Efendi'nin on sene önceki hayatını anlatır.Romanın ikinci bölümü diyebiliriz biz bu kısma.

    Bu ikinci kısmı çok fazla deşmek istemesem de biraz değinmeden edemeyeceğim.

   Raif Efendi gençliğinde sabunculuk öğrenmek için Almanya'da yaşamaktadır.Bir resim galerisinde Kürk Mantolu Madonna tablosunu görür ve bu tabloyu her gün ziyaret eder.Bu sergide Maria Puder ile tanışır.Daha sonra babasının ölüm haberini aldır ve sevdiği kadını yani Maria Puder'i geride bırakarak Türkiye'ye döner.Bir daha Maria Puder'den haber alamaz diyerek sonlandırayım ki merak edenler okusun Maria Puder'e ve Raif Efendi'nin başına gelenleri onu neden bir daha göremediğini...

    Gerçekten güzel bir sona sahip bir kitap diyebilirim.Biraz aşk biraz hüzün var.Başlarından pek hoşlanmasam da gerçekten okumaya değer bir kitap.Bir de Sabahattin Ali'nin bu anlatılanları yaşadığı da söyleniyor ama doğruluk payı nedir bilemiyorum.
   

Kitap Okuma İstatikleri




Kitaplar üzerine bu istatikler biraz üzücü olsa da paylaşmak istedim.

-Toplam nüfüsü sadece 7 milyon olan Azerbeycan'da kitaplar ortalama 100.000 tirajla basılırken Türkiye'de bu rakam 2000-3000 civarında basılmaktadır.

-Gelişmiş ülkelerde kişi başına düşen yıllık kitap alımı ortalama 100 ABD doları iken Türkiye'de bu rakam 10 ABD dolarının altındadır.

-Türkiye'de her 100 kişiden 4,5 kişi kitap okuyor.

-Japonya'da yılda 4 milyar 200 milyon kitap basılıyor.Türkiye'de ise sadece 23 milyon.

-Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim Raporu'nda kitap okuma oranında Türkiye 173 ülke arasında 86. sırada.

-Japonya'da kişi başına düşen kitap sayısı yılda 25, Fransa'da 7, Türkiye'de ise 12.089 kişiye sadece 1 kitap düşüyor.

-Türkiye'de yüksek öğrenim gören insan sayısı 1965 yılına oranla 14 kat artmasına rağmen kitap okuma oranı 1965 yılının çok daha altında kaldı.

Türkiye'de okuma izleme oranları ise şöyle;

Dergi okuma oranı: %4
Kitap okuma oranı: %4,5
Gazete okuma oranı*: %22
Radyo dinleme oranı: %25
Televizyon izleme oranı: %94

(*)Bu istatistikler alıntıdır.O yüzden ben bu oranları tam bilmemekle beraber şöyle de bir şahsi düşüncem var.Gazete okuma oranının da bu seviyede olduğunu düşünmüyorum.Gazete ismi vermek istemiyorum (zaten anlamışsınızdır) fakat  bazı gazeteler siz istemeden elinize ulaşıyordur mutlaka.O yüzden bu gazetelerin tirajları gereğinden fazla yüksek olduğunu düşünüyorum.Tabi bu benim şahsi düşüncem.


Son olarak kütüphanelerin sayısından bahsedersek onlar da şu şekilde;

Almanya'da 11.332
Fransa'da 4.008
İspanya'da 5.209
Türkiye'de ise 433

tane kütüphane bulunuyor.Bunların 267'si kapalı.Açık olanların ise sadece 400 tanesi AB standartlarında.Türkiye'deki cafe ve kahvehanelerin sayısı ise 490.000.
Kitap okumuyorsunuz bari blog falan okuyun yahu :)